Göcek’in muhteşem bir pazar sabahında, TYBA Yacht Charter Show’un canlı atmosferinde dolaşırken, tuzlu deniz kokusuna karışan kahkahalar ve tekne tentelerine çarpan hafif rüzgâr eşliğinde yine bir teknenin öyküsünü dinleyeceğimizi sanıyorduk. Ancak bu kez yalnızca bir tekne değil, geçmişi denizle yoğrulmuş, çocuk yaşta yelken tutkusuyla büyümüş iki denizciyle karşılaştık. “Queen of the Sea”ye adım attığımızda, geçmişe açılan bir kapıdan geçer gibi hissettik.
Bizi karşılayanlar, Bodrumlu Gulet Sailor markasının kurucuları Ahmet Murtaza Öncü ve Şerif Öncü oldu. İki kuzen, iki deniz tutkunu… Ama en önemlisi, üç kuşaktır süregelen bir geleneğin vizyoner temsilcileri. Ahşap kokusunu dedelerinin atölyesinde solumuş, denizin dilini daha çocuk yaşta öğrenmiş bu iki isimle yapılan sohbet, zamanın ritmini bir anlığına yavaşlattı.
Ahmet Bey 1957 yılının yaz aylarına götürüyor bizi:
“Dedemiz Ahmet Şerif Kaptan, bu sularda mavi yolculuğu başlatan ilk isimlerden biridir. O yaz, Amerikan Büyükelçiliği’nden bir heyet kendisini bulup, Ege’de bir tura çıkmak istediklerini söyler. Dedem hiç tereddüt etmeden, on iki metrelik küçük bir balıkçı teknesiyle Amerikalıları Ege koylarında gezdirmeye başlar. O dönem radar, GPS yok… Yön bulmak için yıldızlara bakılır. Geceleri birkaç metre çapayı bırakıp sabaha kadar demirde kalırlarmış.”

Bugün “Başaran” ismiyle Bodrum Deniz Müzesi’nde sergilenen o tekne, dönemin yokluklarına rağmen büyük bir vizyonun ilk adımını temsil ediyor. Henüz “mavi yolculuk” kavramı bile bilinmezken, dede Ahmet Şerif Kaptan elindeki olanaklarla sade bir balıkçı teknesini dönüştürerek kültürel bir rota başlatmış.
Ahmet Bey konuşurken Şerif Öncü de sessizce başını sallıyor. Kuzen olduklarını söylediklerinde, aralarındaki uyumun yalnızca kan bağıyla değil paylaştıkları geçmişin derinliğiyle de örüldüğünü hissettik. Aynı hikâyenin iki sesi gibiydiler; biri anlatıyor, diğeri tamamlıyordu.

“Dedem aynı zamanda marangozdu,” diyor Şerif Bey. “Amcalarımız, dayılarımız kaptandı. Bodrum Limanı’na indirilen en büyük tekneleri biz yapardık. Ekrem Usta ile çalıştık. O dönemlerin ustaları artık aramızda değil ancak bıraktıkları iz, bizim her işimizde yaşar.”
Geçmişin satır aralarında bir başka anlamlı anı daha paylaşılıyor. Yıllar önce Bodrum’a gelen bir Alman grup Antalya’ya gitmek istediklerinde bölgede ulaşım imkânı olmadığından, Öncü Ailesi’nin balıkçı teknelerini dönüştürerek bu seyahati mümkün kılmışlar. Kabin yapılmış, tuvalet eklenmiş ve ilk sefer böylee gerçekleşmiş.

“Bu yalnızca bir seyahat değil sağlam bir dostluğun da başlangıcıydı,” diyor Ahmet Bey. “O Alman misafirlerden biri yıllar sonra Bodrum’a bir Mercedes tekne motoru gönderdi. O dönem için bu, neredeyse bir devrimdi.”
Yıllarca o motorla denize açılmışlar. Zamanla bu bağ sadece profesyonel bir ilişki değil karşılıklı güven ve sadakatle gelişen bir dostluk olmuş. Dedeyle başlayan yolculuk babalarla, ardından da Ahmet ve Şerif Bey’le devam etmiş. Her yeni sefer, bir öncekini hatırlatmış.

“Dedem 92 yaşında vefat etti,” diyor Şerif Bey yavaşça tebessüm ederek. “Yaşlılık nedeniyle birbirlerini artık ziyaret edemiyorlardı. En son Berlin’e ben gittim. Dedemi eski dostuyla görüntülü konuşturduk. İkisi de duygulandı. Bu, bir meslekten öte birlikte yaşanan bir ömür gibiydi.”
Bu anı, bizde derin bir iz bıraktı. Misafirler yaşlanmış, uçuşlar yorucu hale gelmiş ama bağlar hiç kopmamış. “Üç kuşak geçince, artık müşteri değil akraba gibi oldular bizim için,” diyor Ahmet Bey.
“Eski fotoğraflara baktığımızda sadece anılar değil; sesler, kokular, hatta o yaz güneşi bile canlanıyor zihnimizde.”

Queen of the Sea’nin içinde dolaşırken geçmişten bugüne uzanan bu mirasın izlerini her yerde görmek mümkündü. 27 metrelik zarif yatın içi ferah, rengi denizle uyumluydu. Yumuşak tonlarda döşenmiş salon, yüksek tavanlar ve özenle seçilmiş tekstiller dikkat çekiyordu. Gözümüz özellikle yastıklara, örtülere takıldı. Her biri adeta Ege’nin estetiğini taşıyordu.
Şerif Bey nazikçe açıkladı:
“Eşlerimiz tasarladı bu detayları. Her biri kültürümüzü ve estetik anlayışımızı yansıtıyor. Burası sadece bir tekne değil, bizim için bir yaşam alanı. Misafirlerimize evimizdeki gibi hissettirmek istiyoruz.”

Gulet Sailor markası yaklaşık bir buçuk yıl önce kurulmuş ama bu hikâyeden anlıyoruz ki tecrübeleri 70 yıla dayanıyor. Sadece kendi tekneleriyle değil güvendikleri, özenli çalışan başka teknelere de hizmet veriyorlar. İngiltere merkezli bir firmanın teknesine, Bodrum’da 6 ay süren bir refit uygulamışlar. Queen of the Sea’ye göz gezdirdiğinizde bu emeği net şekilde fark ediyorsunuz.

Gulet Sailor bünyesindeki bir diğer tekne ise “Derya Kaptan”. 12 metrelik, yelken eğitimleri ve yarışları için tasarlanmış özel bir yat. Ticari değil ama taşıdığı anlam çok derin.
“Bodrum’un yelken kültürünü yaşatmak için Derya Kaptan’ı oluşturduk,” diyorlar. “Bu bizim için hem bir gelenek hem bir sorumluluk.”

Türk kahvelerimizi yudumlarken, zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. O gün Göcek’te sadece bir tekneye değil, bir geleneğe, bir ailenin denizle örülü hafızasına misafir olduk. Ahşaba ruh veren ustalardan, yıldızlara bakarak rota çizen kaptanlara, misafirlikten doğan kalıcı dostluklara kadar her şey bu hikâyenin bir parçasıydı.
Ve şunu fark ettik:
Bazı tekneler yalnızca suda ilerlemez. Onlar geçmişi, emeği, dostluğu ve tutkuyu taşır.
Queen of the Sea’nin güvertesinde esen rüzgârla birlikte anladık ki:
Deniz yalnızca su değildir. Bazen bir soyadında, bazen bir motifte, bazen de üç kuşak boyunca süren bir hayalin sessizce anlatıcısıdır.